Otel önünden, gideceğimiz yöne doğru bakış
Otelin önünden yola doğru ilerliyoruz. Yolda çok sayıda bisikletli ve motor ile birlikte tepeye doğru sürmeye
başlıyoruz. Dağlarda kar gözükmekle birlikte yolda kardan eser yok.Yaklaşık 1 kilometre kadar sürdükten
sonra tepeye, ziyaretçileri ile birlikte adeta bir kasaba havasına kavuşmuş bir yere geliyoruz.
Bu nokta bisiklet ve motorseverler için çıkılabilecek olan zirve noktası.
Tepede çok sayıda hediyelik eşya dükkanı, yeme içme yerleri ve benzeri işletmeler var.
Günün erken saatinde yola koyulan birçok kişi güne keyifli bir sürüş yapmak için bu noktaya geliyor.
Kimisi Avusturyadan, kimi Hollanda'dan dünyanın birçok yerinden insan buradaki atmosferi yaşayabilmek için kilometrelerce öteden kalkıp geliyor.
Geldiğine dair bir iz bırakabilmek için de Stelvio tabelasının olduğu yere ait olduğu grubun sticker'ını yapıştırmayı da ihmal etmiyor.
Etraftaki mağazaları hızlıca gezip, etrafa bakındıktan sonra yavaşça inişin başlayacağı manzaralı yola doğru ilerliyoruz.
Kafamızı hafiften aşağıya doğru eğdiğimizde gideceğimiz yol, kıvrım kıvrım tüm detayı ile beliriyor.
İnanılmaz doğrusu ...
İnsan böyle bir manzara ve yolla karşılaşınca ne diyeceğini bilemiyor gerçekten.
Böyle bir güzelliğin içinde olduğunu hissetmek insanda anlatılamaz duyguları tetikliyor.
Sevineyim mi, heyecanlanayım mı, şaşırayım mi hangisini yapacağımı bilemiyorum.
İçinde bulunduğum ortam çok uzun süredir hayalini kurduğum, kelimelerle anlatılamayacak kadar güzel ve destansı bir yer olunca duygular dizelere doğru akmaya başlıyor aniden ...
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım ...
Ardından da o güzelim soru gelir akıllara ;
"Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ? İşin kolayına kaçmadan ama Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil Ne de ak örtüde elmaların Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”
O anki hislerimi anlatabilmek pek mümkün değil. Hele ki aşağıya doğru yavaş yavaş kendimizi rüzgarın kollarına bırakırken hissettiklerimi. Bir yandan altımda yaklaşık 25 kilo ağırlığında bir bisiklet, sağ tarafımda bir ressamın elinden çıkmış kadar güzel ve muhteşem manzara, önümde ise aniden keskin bir şekilde almam gereken virajlar.
O an bir yanım "aman dikkatli ol, sakın düşeyim deme" derken diğer yanım "biraz hızlı gitsem o kadar da sorun olmaz, buraya kadar geldin şu anı yaşa diyordu".
İnsanın gerçek anlamda kafasının karıştığı dakikalar ... Duyguların aklın adımlarca önüne geçtiği anlar.
O muhteşem yerden 50 hatta yeryer 60 kilometre hızı görerek ama bir yandan da tedbiri elden bırakmadan indim.
Öleceksek de, kolumuz bacağımız kırılacaksa da burada kırılsın ne olacak ya, fikri galip gelmişti.
O an, bu his o kadar yoğundu ki, hiçbirşey onu engelleyemezdi.
Dağların tepesinden çağlayarak inen sular gibi döne döne indik o güzelim virajları ...
Epey uzun bir iniş sonrasında kaçınılmaz olarak ellerimiz fren sıkmaktan yoruldu. Biraz durup
soluklanıyoruz. Bir yandan da ne tarafa gitmemiz gerektiği konusunda da durum tespiti yapıyoruz.
Yavaş yavaş yerleşim yerleri gözükmeye başlıyor. Fakat hala nerede ise pedal çevirmememize rağmen
bisikletlerimiz yolun muhteşemliği ile nerede ise yolda akıyor.
Yerleşim yerlerinden geçerken dikkatimi çeken bir detay var.
Tur boyunca nerede ise istisnasız olarak tüm evlerin balkonlarında birbirinden güzel, rengarenk çiçekler gördüm. Bu kadar güzel, iç açıcı çiçeği birarada görmemiştim doğrusu.
Tüm balkonlardaki çiçekler o kadar bakımlı ve o kadar güzel gözüküyor ki insan acaba bunlar yapay mı diye düşünmeden edemiyor. İkinci bir ihtimalde yerel yönetimlerin insanları balkonlara çiçek koymasını zorunlu kılması olabilir.
Hiçbiri değildi tabi ki ...
Büyük ihtimalle sorunun cevabı, insanların keyfe ve estetiğe verdikleri önemden kaynaklanıyor.
Özellikle yurtdışına çıktığımda (bu turda dahil olmak üzere) ister istemez gittiğim yeri, ülkemizle kıyaslamak kaçınılmaz oluyor. Diğer ülkelerin bizden en önemli ve en hissedilir farklarından birisi estesik algısı oluyor.
Bunu bir heykelde, bir restorantta, sokakta her yerde ama her yerde hissetmek mümkün.
Balkonda ki çiçekleri düşündükçe aklıma bunlar geliyor tekrar tekrar.
Bir süre sonra anayoldan ayrılıp bisiklet yoluna dahil
oluyoruz. Fotoğrafta da gördüğünüz üzere yollar tek kelime ile muhteşem.
Girdiğimiz bisiklet
yolu Eurovelo rotası içerisinde bulunmamakla birlikte, insanlar için bu kadar
özenli ve güzel yollar yapmış olmaları hepimizi hayrete düşürdü açıkçası.
Yol
boyunca hafif eğimle aşağıya doğru inerken yolumuzun üzerinde sağlı solu elma
ağaçları görüyoruz. Hatta o kadar çok elma ağacı görüyoruz ki ilk başlarda
yaşadığımız “beleş elma” hissiyatını bile yaşamıyoruz :)
Sonradan bir kafede bu bahçelerden elde edilen elma suyunu keyifle içme fırsatını saymazsak tabi.
Bisiklet yolunda bir süre sürdükten sonra bu yolların daha
önceden tarlalar arasında ulaşımda kullandığı izlenimini edindim.
Gittiğimiz yolun tamamına yakınında elma bahçelerinin
ve tarlaların arasından geçtik. Muhtemeldir ki zamanında yerliler tarafından
kullanılan bu yollar daha sonra turistik ve sportif bir hal de alarak bisiklet
yolu haline gelmiştir diye düşündüm.
Stelvio Pass inişinden sonra sağlı sollu Almanca tabelalar ve
evlerin balkonlarında Almanya bayraklarını gördük. Bir an fazla tırmandık da
Almanya’ya mı geldik acaba diye şaka yolu düşünsem de daha sonra işin aslını
öğrendim :)
Bulunduğumuz bölge otonom Alman bölgesiymiş. Bu bölgede daha çok
Alman kültürü yaygın olmasına karşın İkinci Dünya savaşı zamanında İtalya bu toprakların sahibi olmuş.Burada ki halk ise aksine kendini İtalyan olmaktan ziyade Alman
olarak tanımlıyor.
Ayrıca İnsanların dışgörünümleri de yeterince Alman bunlar hissiyatı veriyor ... İtalyanlara
benzediklerini söylemek pek mümkün değil.
Yolda ilerledikçe gördüklerimiz bölgenin ekonomik olarak da oldukça zengin olduğunu hissini bize veriyor.Bölge planlı programlı bir şekilde inşa edilmiş, her şey en ince detayına kadar
düşünülmüş ve herşey pırıl pırıl.
Daha önceden böyle bir otonom bölge olduğunu bilmediğim için
gördüklerime önceleri çok şaşırdım.
Tur sonrasında ise İtalya’da gezip gördüğüm yerler arasında en hayran kaldığım
bölge burası oldu.
Bölge iklimin, yüksekliğin ve Alp dağlarının etkisinden
olsa gerek yemyeşil. Etraf rengarenk ve pırıl pırıl. Hava o kadar temiz ki bunu
nefes alırken bile hissedebilmek mümkün.
Burada ki gördüklerim ve
yaşadığım iklim bana Karadeniz'de yazın vakit geçirdiğim zamanki havayı ve ortamı
hatırlattı. Kendimi Doğu Karadeniz'de hissettiğim anlar bir hayli
sıktı.
Ve an gelir bisiletçiler acıkır...
Bisiklet yolundan çıkıp,
yerleşim yerine doğru yönelerek market aramaya başlıyoruz. Alışverişimizi yapıp, gölge biryere
yerleşip karnımızı güzelce doyuruyoruz.
Bu sırada gözümüze birşey takılıyor. O da ne !!! Bisiklet yolunun kenarında bir hortum. Celal orada başını
yıkıyor hemen. Bu sıcaklarda serinlemek şart tabiki ...
Yemek sonrası biraz
kestirdikten sonra yola devam ediyoruz.
Az gittik uz gittik. Akşam saatleri geldi çattı. Kendimize
yatacak yer bulmamız gerekiyordu. Önceki başarılı deneyimimizden dolayı küçük bir yerleşim yerindeki kiliseye doğru yöneldik.
Çadır kuracak bir yer gözümüze kestirdik fakat
çadırları açmaya da çekindik. Çünkü bu sefer çadır koyacağımız yer, evlere
oldukça yakındı ve hava daha henüz kararmamıştı. Birinin bizi şikayet
etmesinden korkarak hemen yerleşmek istemedik. Kilisede papazı bulursak izin
isteriz diye düşündüysek de kilisede kimseyi bulamadık. Öyle mi böyle mi derken
o bölgeden biraz daha uzaklaşıp çadır kuracak uygun bir yer aramaya koyulduk.
Çok uzun süre pedal
çevirdiysek de bir türlü uygun bir yer bulamadık. Sonunda hava iyiden iyiye
kararmaya başlayınca önünden geçtiğimiz evlerden birinin önünde durduk. Bahçede
biz yaşlarda birisi bahçeyi suluyordu.
İki katlı şık güzel bir evleri ve
oldukça büyük bahçeleri vardı. Merhaba
diyip yanaştıktan sonra durumu izah ettik ve kalacak bir yer aradığımızı, sorun
olmazsa bahçede kurmak istediğimizi söyledik.
Adam önce yüzümüze şaşkın ifadelerle baktıktan sonra bir abime
sorayım dedi ve uzaklaştı. O sırada biz evin garaj kapısının önünde beklemeye başladık.
Birbirimiz anlamsız bakışlar ile süzüp, yeryer de gülmeye başladık.
Ne diyecekler acaba diye konuşmaya başlamıştık ki beyaz boyalı
garaj kapısı yavaş yavaş önümüzde açılmaya başladı. Biz durumun şaşkınlığını yaşarken,
yukarıdan birisi gelin gelin diye işaret yaptı .
Aman alahım o an ki yaşanan mutluluğu anlatmak mümkün değil. Yatacak yer bulmuştuk daha ne olsun ...
Neyse hızlı ayaküstü klasik sohbetlerden sonra hava daha da
kararmadan çadırımızı kurmaya yöneldik.
Tam
çadır kurulmak üzereydi ki bahçede gördüğümüz adam ve eşi geldi. Karnımızın aç
olup olmadığını sordular. Biz de nezaketen yanımızda yiyecek birşeyler var
teşekür ederiz desek de PASTA! PASTA! diye tutturdular. Biz de kırmamak için
boynumuzu büktük :)
Çadır kurma işi bitince
evin balkonuna geçtik. Orada bizim için hazırlanmış olan pastadan yiyip, içeceklerden içtik. Sohbet
muhabbet yemek sırasında koyulaştı tabiki.
Hikayemizi anlatıp, yaptıklarımızı paylaşınca ev sahipleri o kadar
heyecanlandılar ki anlatamam. Biz de birileri bizi bu kadar heyecanla karşıladığı
ve bizim için birşeyler yapmak istediği için ayrıca mutlu olduk.
Yemek sırasında iki farklı deneyimim oldu. Onlarla ilgili iki
kelam etmek gerekirse ilki susayıp su içtiğim zaman gerçekleşti.
Su diye
verdikleri şeyi içtiğimde, içtiğim şeyin oldukça tatlı olduğunu farkettim. Bir
an noluyoruz diye
kıllandıysam da daha sonradan bunun sebebini öğreniyorum. Suyun içerisine özellikle
bu bölgede yetişen bir çeşit anasonu syrup halini ilave ediyorlarmış. Suyun bu sayede biraz daha tatlı ve içilebilir hale geldiğini söylediler.
İkinci ilginç deneyim ise grappa deneyimimdi. Yemek
sonrasında ev sahibi grappa içmek ister misiniz diye sorunca ben ve Celal hiçbirşey anlamadık haliyle. Daha
sonra grappa denilen şeyin İtalya da özellikle yemeklerden sonra içilen, genellikle meyvelerden elde edilen şişkinliğe, hazımsızlığa
iyi geldiği bilinen bir likörmüş.
O gece içtiğimiz grappa cevizdendi ve ev sahibi bunu kendisinin bahçede bize parmağı ile gösterdiği ağaçtan yaptığını söyledi.
Ne büyük şanstı ki böyle güzel bir tadı kaynağından keyifle
içme şansı bulduk.
Grappaları içip tatlı sohbeti de tamamladıktan sonra,
"isterseniz evde de kalabilirsiniz" diye davet edildiysek de, daha fazla şımarmamak
için yavaş yavaş çadıra doğru yöneldik.
Güzel bir günü güzel bir akşam ile taçlandırarak günü tamamlamış olduk.
Sıradaki yazı ; Trento'da Türk günü ...
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder