Bari'den bisiklet manzaraları |
İtalya’daki bisiklet turu maceramıza Celal ve Eren ile
Milano Central Station’da saat 14:00’de buluşarak başlayacaktık. Eren uzun bir
tren yolculuğu ile Bari’den, Celal ise uçakla İspanya’dan gelecekti.
Sabahleyin uyandığımda saat 10’u geçiyordu. Dünkü yaşadığım
küçük çaplı maceralardan olsa gerek oldukça yorulmuşum. Sabah önce kendime
gelebilmek için duş aldım. Ardından ise birkaç eşya çıkarmak amacıyla açıp içini
tamamıyla boşalttığım heybemi tekrar düzenledim. Dünkü gibi Milano’da kaybolmamak için googlemap’ten takip
etmem gereken yolu belirledim. İnternet bağlantım olmadığı için güzergahın
fotoğrafını çekip telefonuma kaydettim. Yolumu kaybedersem en kötü ihtimalle İtalyan halkının engin İngilizcesine sığınırım diye düşündüm. En azından bu sefer şehrin atardamarlarından
birinde yer alan tren istasyonunu sormam halinde daha doğru yol tarifleri alabileceğimi
düşündüm.
Yani umarım ... İnşallah !!!
Evden ayrılış vakti ...
Evden çıkmadan önce takip etmem gereken yola son kez göz
atıp, heybeyi bisikletime yükledim.
Evden ayrılırken sokak manzarası |
Yolun büyük kısmını kolaylıkla buldum fakat
yer yer yine kaybolduğumu saklayamayacağım.
Toplumda genel algı kadınların yer yön bulmakta zorlandığı ve
erkeklerin ise bu konuda daha iyi oldukları yönündedir. Yön bulma konusunda
kendime dair algım, oldukça iyi olduğum yönündeydi, fakat Milano’daki
yaşadıklarım bu konudaki özgüvenimi altüst etti doğrusu.
CS’a giderken yolumun
üzerinde bulunan 1800’lü yıllardan kalma Arco della Pace (The Arch of Peace,
türkçesi Barış Kemeri diye çevirilebilir sanırım)’in yanında durup fotoğraf çektim.
Arco Della Pace |
Eser, üzerinde çok sayıda
işlemenin de bulunduğu yüksekçe bir yapıydı. Sonradan bu işlemelerin İtalya
tarihindeki önemli olayları tasvir ettiğini öğrendim.
Bu tarihi yapının önünde durmuşken bir selfie yapmayı da
ihmal etmedim.
Fotoğraftan da anlaşılacağı üzere dünkü yağmurun aksine o gün
hava oldukça sıcaktı ve ben o sırada sıcaktan buharlaşmak üzereydim.
Tren garına varış
Ufukta CS belirir |
Sonunda saat 13:20 gibi tren garının önüne ulaştım. Gecikeceğim
diye korkarak yola çıkmıştım ama tahminimden daha erken bir vakitte buluşma
yerimize geldim.Hava sıcak olduğu için hem gölge bir yer bulmak hem de etrafa
göz atmak için tren garı etrafını dolanmaya başladım. Tam 2 dakika olmamıştı ki
arkamdan birinin bana seslendiğini duydum.
Ve karşımdaki Eren’di.
Büyük bir sevinç
anı yaşanacaktı ki tam 10 saniye sonra ikinci kez Türkçe bir ses geldi ve gelen tabi
ki Celal’di.
Öyle böyle derken önce gölge bir yere geçip soluklandık.
Kısa bir sohbetin ardından öncelikle uygun bir yere geçip karnımızı doyurmayı ardından ise Decatlona gidip eksik kalan kimi malzemelerimizi tamamlamaya
karar verdik.
Öncelikle kendimize sessiz sakin ve de gölge bir yer bulduk.
Ardından Eren ve Celal’in yanında getirdikleri yiyecekleri afiyetle yiyip
kendimize geldikten sonra Dekatlon’a doğru yola koyulduk.
Jamon zamanı |
Eren daha önceden
Milano’ya geldiği ve artık yanımızda internet bağlantımız da olduğundan dolayı
yolu kolayca bulduk.
Bu yolculuk sırasında yol üstündeki Sforza kalesinin yanından
da geçtik. Hemen durup bir fotoğrafını da çektim.
Sforza kalesi |
Kalenin baktığım yüzü oldukça
görkemli ve eski gözüküyordu. Sıcak havaya karşın kale civarı oldukça
kalabalıktı. 14-15 yy. dolayında yapılan bir kale için gerçekten de oldukça hoş
ve görkemliydi. Günümüzde kale, müze ve
sergiler için kullanılmaktaymış.
Dekatlon’a varmamıza çok az kalmıştı ki heybemin plastik
tutacaklarından biri koptu. Bir yandan Dekatlon’da alışveriş yapalım bir yandan
da bu problemi çözelim derken planımız sekteye uğramaya başladı.
Güne
başlamadan önce planımız Milano’dan Tirano’ya trenle gitmek ardından da
yaklaşık 30 km yolu pedalladıktan sonra Bormio’da önceden rezervasyonunu dahi
yaptığımız kamp alanına ulaşmaktı.
Aksilikler nedeniyle treni kaçıracağımız belli
olunca öncelikle eksiklerimizi giderip, heybe sorununu çözmeye karar verdik. Bu
sebeple de yaklaşık 2 saat sonra ki tren seferine yetişebildik.
Buradan sorunsuz bir şekilde ayrılıp tekrar CS’a geri
döndük. Tren saatine daha zaman olduğu için buluştuğumuzda çekmeyi unuttuğumuz
selfiemizi de yaptık.
İlk selfie ilk heyecan |
Çok fazla başarılı bir özçekim olduğunu söyleyemeyeceğim ama üçümüzün de aynı karede olduğu ilk
fotoğraf olması açısından kıymetliydi.
Bu arada tren istasyonundan kısaca bahsetmek gerekirse bina
oldukça yüksek, ince detaylarla süslenmiş, oldukça heybetli görünümdeydi. 1900’lu
yıllarda yapılan bina, o dönem Musolini tarafından da faşist rejimin gücünü
yansıtması için oldukça önemli bir figür olarak tasarlanmış.
Gara girdiğimizde
içerisi oldukça geniş bir yapı ile karşılaştık. Oldukça planlı olan binada
kaybolmak gerçekten de pek mümkün değil. Çok sayıda asansör ve yürüyen merdiven
mevcut. Bu asansör ve merdivenlerden hiçbir sıkıntı yaşamadan bisikletlerinizi
taşımanız mümkün. İzmir’de metrodaki gibi saçma sapan yasaklar yok yani ...
Biletlerimizi alıp trene doğru yöneldik. Öncelikle
lokomotifin hemen arkasındaki vagona bisikletlerimizi bağladık ve yerlerimize
geçtik.
Koltuklarımıza yerleştikten sonra üçümüzde de tura başlıyor olmanın
verdiği keyif ve şaşkınlık vardı. Aylar önce yapılan konuşmalar,yazılar,planlar
herşey gerçek olmuştu ve sonunda trende yol almaya başlamıştık.
Trenden manzaralar |
Keyifler yerine geldikçe ilk tur fotoğrafları da çekilmeye
başlanmıştı. Tren, göl kıyısından ve dağ manzaralı yerlerden geçtikçe çekilen fotoğraf sayısı da
artmaya başladı.
Bize gözlük camı yeter |
Son durak Tirano ...
Ve sonunda Tirano’ya
geldik.
Bisikletlerimizi almak üzere ön tarafa geçtiğimiz sırada, bisikletini
almak üzere bizimle ön vagona gelen İtalyan birisi ile tanıştık. Ayaküstü ne
yapıyorsunuz nerden geliyorsunuz sohbetleri sonunda arkadaşla hızlı bir
kaynaşma oldu. Özellikle de Stelvio Geçidini tırmanacağımızı öğrenince oldukça
etkilendi.
Bisikletlerimizi zor da olsa trenden indirdik. O sırada o
tarafa mı gideceğiz bu tarafa mı gideceğiz derken tanıştığımız genç arkadaş
bize eşlik ederek yolu tarif etme istedi. Biz de turun ilk anında ki cazip
teklifi reddetmedik tabi ki .
Önde yeni tanıştığımız arkadaşla birlikte dört bisikletli Tirano
içlerine doğru pedallamaya başladık. Sürüş sırasında bir yerde su alabilmek
için mola verdik. Tirano’da gördüğüm ve tüm belediyelere de örnek olmasını
umduğum bir cihazla karşılaştık. Cihazın fotoğrafını o an ki heyecanla çekmemişim fakat kabaca tariflemeye çalışayım.
Cihaz su sebiline benzer boyutlarda, üzerinde doğal su, gazlı su, ılık gazlı
su, soğuk gazlı su düğmeleri olan bir cihazdı. Çok susadığımız ve suluklarımıza
içecek ile doldurmaya planladığımız dakikalarda belediyenin bize sunduğu bu dev
hizmetin bizde yarattığı etkiyi anlatabilmek imkansız. Tur boyunca da buna
benzer bir hizmet ile tekrar karşılaşmadık.
İtalyan arkadaşın önderliğinde bisiklet yolunun girişine geldik.
Bize Bormio’ya kadar bu yolu takip
ederek gidebileceğimizi ve ayrıca yolda yer yer hiç aydınlatma olmadığını fakat
bölgenin oldukça güvenli olduğu için korkmamamız gerektiğini söyledi.
Stelvio'ya giden yol |
Tam
teşekkürlerimizi sunup ayrılacaktık ki o sırada ordan geçmekte olan bir bayan,
elimdeki fotoğraf makinesini görüp, isterseniz birlikte fotoğrafınızı çekebilirim
diyerek istekli bir şekilde yaklaştı. Bu
kadar sıcak bir karşılama beklemiyorduk açıkçası. Biraz şaşkın, biraz heyecanlı
biraz da meraklı bakışlarla fotoğrafımızı çekildik.
Teşekkür edip iki
arkadaştan da ayrıldık.
Ardımızda kalanlar |
Pedal zamanı
Saat oldukça geç olmuştu. Bormio’ya varabilmemiz biraz zor gözüküyordu fakat hava karanlık da
olsa pedallamaya kararlıydık.
Ve tur gerçek anlamda
şimdi başlıyordu.
Yola koyulduk ve karanlığı yara yara ilerlemeye başladık. Muhteşem bir
bisiklet yolundan tatlı tatlı tırmanarak ilerliyorduk. Sol yanımızda bu bölgede
bundan sonra sıkça karşılaşacağımız elma ağaçları vardı, sağ yanımızda ise
nehir akıyordu. Hava tertemiz, keyfimiz yerinde pedallamaya devam ettik. İtalyan
arkadaşın da söylediğini doğrularcasına yeryer zifiri karanlık yollardan geçtik.
Yer yer elma ağaçlarının yanında durup, elmalar İtalyan halkının yiyebileceği
kıvama gelmiş mi diye kontrol ettik.
Eh ... fena değil !!! |
Tırmanış sırasında bir süre sonra irili ufaklı köylerin
arasından geçmeye başladık. Yolda mola verdiğimiz sırada bizi görenler ne
yapıyorsunuz yolculuk nereye diye ayaküstü sohbet etmeye yapmaya başladık. Zaman zaman deli misiniz siz bu saatte ne
Stelvio’su bakışları alsak da, genel anlamı ile motive edici güzel sözleri de
duyarak yolumuza devam ettik.
Tahminen 2-2,5 saat kadar gece sürüşü yaptık. Saat gece 12’e
yaklaştığında, daha önümüzde yaklaşık 20 km’lik yol vardı. Bormio’da kamp kurma
ihtimalimiz tam anlamı ile sıfırlandı. Saatin ilerlemesi ile içinde bulunduğumuz
belirsizlik keskinleşti.
Sürüşümüz sırasında
küçük bir kasabadan geçerken, önden giden Eren kilisenin yanında çadır
kurulabilecek bir alan olduğundan bahsetti. Gidip bahsi geçen yeri inceledik. Gayet
güzel, yeşilik, insanların dikkatini çekmeyecek bir yerdi. Etraf oldukça ağaçlıktı
ve ağaçlığın sol tarafından nehir akıyordu. Nehrin gürül gürül sesi
kulaklarımız için bir müzik ziyafeti sunuyordu. Ayrıca gökyüzündeki yıldızların güzelliğini
anlatabilmek imkansızdı doğrusu.
Çadır kurduğumuz yerden kovulur muyuz, birisi bizi şikayet eder mi acaba diye her ne kadar
çekinsek de çadıra girdikten sonra nehrin su sesi eşliğinde mışıl mışıl uyumuşuz.
Sırada büyük gün; Stelvio tırmanışı var ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder