11 Eylül 2014 Perşembe

Türk hamamı ve Adana karpuzu ...

Güne erken saatte çalan alarm sesleri ile başlıyoruz. Her sabah duymaya alıştığım alarm sesi ile irkiliyorum ve  içimden "of şimdi işe kim gidecek ya diyorum". Beş dakika sonra kalkarım biraz daha yatarım diye düşünmeye başladığım sırada, çadırda olduğumu ve tura çıkmış olduğumuzu farkedip biraz rahatlıyorum.

Rahatlamanın verdiği mutlulukla beş dakika daha kestiriyorum . 
Zzzz ... :)

 Çadırı araladığımızda güzel ve temiz bir hava ile karşılaşmakla birlikte etrafın hafif ıslak olduğunu, gece çok olmasa da yağmur yağdığını anlıyoruz.

 Böylece turun ilk üç gününde hava durumsal tüm olasılıkları yaşamış oluyoruz. İlk iki gün güneşi, üçüncü gün zirvede karı, gece ise yağmuru hissetme şansını yakalamış oluyoruz.

günaydın
Yağmurun yağdığını öğrenmem  bir anda tur öncesindeki havayla ilgili tereddütlerimi aklıma getirdi. En büyük korkum temmuz ayında tura çıkıyor olmamızdan dolayı İtalya'da Türkiye'dekine benzer kavurucu sıcaklarla karşılaşacağımı düşünmemdi. O bunaltıcı sıcaklarda pedal çevirmek ne yalan söyleyeyim biraz gözümü korkutuyordu. Neyse ki korkularıma mahal kalmamış ve tur boyunca yağmuru da, yağmasa da karı da, güneşi de eşit oranda görme şansım olmuştu. 

toplanma vakti
Çadırdan çıktıktan sonra bisikletlerimiz ve heybelerimiz aklımıza geldi. Hemen yanaşıp heybelerimizi kontrol ettik, pek bir sıkıntı yok gibiydi.

Öyle böyle derken bir yandan yol hazırlıkları da başladı. Heybeler ve çadırlar toplandı ardından bisikletlere yüklendi.

bugünkü rotamız
Teker ilk olarak kahvaltı yapmak üzere en yakın yerleşim yerine doğru dönüyor. Burada gözümüze uygun bir yer kestirip hemen oturuyoruz ve daha sonra tur klasiği haline gelecek olan kruvasan kahve ikilisini yapıyoruz. 


Tabi ki de kruvasanları yerken akıllara Cem

Yılmaz'ın gösterisindeki kruvasanla ilgili olan o

malum esprileri geldi.

Malum tabakta birden fazla kruvasan var :)

Lakin elden ne gelir :)

Tam kahvaltı bitip masadan kalkacaktık ki yan masaya yeni müşteriler geliyor.


Pek maviş gözlü ve sevimliler :) 

Tur boyunca o kadar yol yapmamıza karşılık çok nadiren bebekli ya da hamile bir kadınla karşılaştık.

Bu kare de o nadir anlardan biriydi işte.

Yanımızda ki yiyecek ve içecek stokları tükendiği için kahvaltıdan sonraki ilk durağımız bir süpermarket ... 

Tur boyunca yiyecek içecek ihtiyacımızı  çok büyük oranda süpermarketlerden karşıladık. Zaman zaman dışarıda gözümüze hoş görünen yerlerde birşeyler yesek de süpermarket alışverişi turun ekonomik olmasına oldukça katkı sağladı.

Süpermarketten alışverişlerimizde genellikle işlenmiş et, ekmek, konserve, içecek ve meyve gibi ürünler aldık. Maliyet anlamında bu ürünler Türkiye'deki marketlere kıyasla  biraz daha ucuz ya da benzer fiyatlardaydı. Dolayısıyla markete girdiğimiz zaman alışveriş konusunda oldukça rahat davranabildiğimizi söyleyebilirim. Fikir vermesi için fiyat vermek gerekirse istisnaları olmakla birlikte ortalama bir öğün için harcama kişi başına  herşeyi dahil 5 euro civarında oldu.

Kahvaltı sonrasında süpermarket alışverişinde dikkatimi çeken bir detay vardı.


Süpermarketteki ürünlerin tamamında ürün fiyatını gösteren kağıt fiyat etiketleri yerine dijital fiyat etiketleri vardı. Bunu gördüğüm zaman ilk önce anlam verememiş olmakla birlikte sonra yapılmak istenen şeyi algılayabilmiştim. Uygulamadaki amaç bilgisayara sistemi ile tüm ürünlerin fiyat etiketlerini tek tuş ile kontrol edebilmekti. Bu sayede fiyat etiketlemesi için birini  fazladan çalıştırmaya gerek kalmıyordu.

Bu mantık, yani mevcut işyerinde az sayıda kişi çalıştırma mantığı gittiğimiz hemen hemen her yerde vardı. Bir örnek daha vermek gerekirse çoğu benzin istasyonunda nadiren çalışan birisi oluyordu. Sebebi ise insanlar benzinliklerden 24 saat boyunca self servis tarzı yöntemle kendi benzinlerini kendileri dolduruyorlar. Market alışverişi yapacakları zamanlarda ise benzinliğin önündeki otomatik cihazlardan arzu ettikleri ürünleri tuşlara basarak yine satın alabiliyorlardı.

Sonuç; olabildiğince tüm işleri otomatize etmişlerdi. Güzel ülkem Türkiye'yi düşündüğümde ise bu işler için benzinlikte, süpermarkette orda burda asgari ücretle çalışan bir sürü insan vardı. Bu otomatizasyona Türkiyede de geçilecek olsa ülkenin yarısı işsiz olurdu zaar.

Bisiklet yolundaki yaklaşık 1,5 saatlik sürüşten sonra karnım acıkmaya başlıyor tekrardan. Nehir kıyısındaki manzaralı masayı da görünce ekibin de aklını çelip marketten aldığımız şeylerden atıştırmaya ve keyifli bir sohbete başlıyoruz. Keyfimiz oldukça yerinde ...


Yola devam ... 
Saatler ilerledikçe kavurucu güneş kendini belli etmeye başlıyor. Öğle saatlerinin gelmesi ile birlikte sıcak dayanılmaz bir hal almaya başlıyor. Fakat zaman zaman bisiklet yolunun gölge olması bizi rahatlatıyor.
  

Stelvio inişinden sonra hemen her tarafın elma ağaçlarıyla kaplı olduğundan bahsetmiştim. Sabah ki pedaldan yaklaşık 20 kilometre sonra yavaş yavaş üzüm bağları, elma bahçelerinin yerini almaya başladı. Artık hem elma bahçelerini hem de bağları görür olduk.

Saat öğlen biri gösterdiğinde geride orta zorlukta bir tepeyi bırakmıştık ve iniş zamanı gelmişti. Yukarıdan gördüklerimiz heyecanlandırıcıydı.


Yolun sol tarafında asma bahçeleri ileri de ise masmavi renkte alabildiğine cezbedici bir göl ve muhteşem bir dağ manzarası vardı. Teker döndükçe dönüyor üzüm bağlarının arasından kıvrıla kıvrıla yeşili ve maviyi içimize çekerek pedallıyoruz.

 
Göl seviyesine yaklaştıkça etrafta dinlenme tesisleri belirmeye başlıyor. Tesislerde göle girme imkanı, güneşlenme, su sporları ve voleybol oynama imkanı da mümkün. Bir göl ortamı ancak bu kadar keyifli ve eğlenceli bir yer hale getirilebilirdi herhalde.

Bir an için uygun bir yerden göle girsek mi diye düşünsek de sonradan çeşitli sebeplerle vazgeçiyoruz ama aklımızın bir ucunda bir şekilde suya girip serinleme fikri var. Bisiklet yolunu göl kenarı boyunca takip ederken birden önümüze daha önceden Stelvio inişinde gördüğümüz, muhtemel çiftçiler tarafından toplanan elmaların ya da ürünlerin yıkanmasında kullanılan bir hortum görüyoruz. Eren pek çekinmeden hemen durup hortuma doğru yöneliyor ...


Celal ile beraber burada serinleme projesine soğuk baksak da havanın sıcaklığı bu soğukluğu dahi alıyor. Önce ayaklarımızı yıkamak üzere başladığımız girişimde son durum ...


Duştan muhteşem bir ferahlama ile ayrıldık. Hepimiz o kadar mutluyduk ki kaç gündür duş alamamanın zorlukları mı dersiniz yoksa havanın kavurucu sıcaklığı mı, bütün dert tasa bir anda su ile gidivermişti.

Neyse duş sonrası biraz kendimize geldikten sonra sıra elime pansuman yapmaya gelmişti. Elimi ilk gün havaalanında bisikletimi taşırken bir şekilde kapıya sıkıştırdım. Yaklaşık yarım santimetre çapında elimde bir oyuk oluşmuştu. Geçirdiğim günler boyunca elimdeki yara nasıl olsa bir şekilde geçer diye pek önemsememiştim fakat son iki gündür bu yara bölgesi ağrı yapmaya ve kızarmaya başlamıştı.


Ne de olsa açık yara, dış dünya ile bu kadar yakın temas ettiğim bir dönemde bu ilgisizliği kaldıramazdı. Enfekte olmaya başladığını düşünerek turda yaşanabilecek aksilikler için yanımda getirdiğim tentürdiyot ve pansuman malzemeleri ile elime pansuman yaptım. Bu yaşadığım minik deneyimden yola çıkarak şunu söylemeliyim ki  uzun turlarda mutlaka bu tarz basit pansuman araçları bulundurulmalı, ki aksilik olmaya başladığında gerçekten de ufacık şeyler bile kıymetli hale gelebiliyor. 

Yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bisiklet yolunu takip ederek yolumuza devam ediyoruz.

Yol o kadar güzel ki sürmek gerçekten ayrı bir keyif alıyor. Fakat bugünkü asıl sıkıntımız havanın çok sıcak olması. Hava muhalefeti nedeniyle sık sık ara vermek zorunda kalıyoruz. Neyse ki bisiklet yolu üzerinde çok sayıda işletme var.


Hepsi birbirinden güzel, çiçeklerle bezenmiş keyifli yerler. İçlerinden birisini gözümüze kestirip molamızı burada veriyoruz.


Girdiğimiz mekan  da dahil olmak üzere işletmelerin çoğu kalabalık. Bisiklet yolunun bu şekilde işletmelerle birlikte yapılması buralara ayrı güzel bir hava ve hareketlilik getirmiş.

Biz de oturup birşeyler atıştırıp, biralarımızı içip arkasından da dondurmalarımızı yiyerek molamızı taçlandırıyoruz :)

Mola sonrasında sıcak havada yaklaşık 3 saat pedala basıyoruz. Bu sırada bulunduğumuz vadide çok sayıda üzüm bağları mevcut. Üzüm bağları arasından geçerek, yerleşim yerlerinden uzakta, doğa ile başbaşa, bisiklet yolunu takip ederek yolumuza devam ettik.

 

Bu güzelliklerin arasından geçerken gözüme bir detay takıldı. Özellikle elma bahçelerini sulamada kulanılan
fıskiyelerin önünde bir aparat vardı. Nedir nedir diye kendime sorarken sonunda ne olduğunu algıladım.


Bu aparat sayesinde sulama yaparken istenmeyen yerleri (misal bisiklet yolunu) ıslatmamış olunuyordu. Çok basit bir mantıkla yapılan bir aparat ama benim dikkatsizliğimden mi bilemiyorum ülkemizde böyle devasa bir teknolojiyi kullanan birini görmedim.

Öğlenden sonraki uzun sürüş ardından yavaş yavaş akşam için hazırlıklar başlıyor ve en yakın yerleşim yerindeki süpermarkete doğru yöneliyoruz. Heybelerimizi tıka basa marketten aldığımız erzaklarla dolduruyoruz. Bunun dışında marketten bir de Adana karpuz alıyoruz :) Kendisini en uygun yerde hüpletiyoruz :) 

 İtalya'da Türk günü

Yemekten sonra herkes kendine geliyor. Havanın da hafif serinlemesiyle beraber keyifler iyice yerine geliyor ve fotoğraflar çekilmeye başlanıyor.


Günün sonuna doğru gelmiş olmamıza karşılık ekipçe oldukça dinçiz ve hafif eğimin de yardımıyla 25-30 kilometre hız ile ilerliyoruz. Yol boyunca sağlı sollu kuşkonmazların bulunduğu yeşil alanlardan geçmeye başlıyoruz. Ne yalan söyleyeyim turdan önce kuşkonmazın ne olduğunu bilmiyordum. Daha sonrasında bu bitkinin daha gevşek  topraklarda yetişirilen yurtdışında özellikle yemek için de kullanılan bir bitki olduğunu öğreniyorum.

Yanından geçerken gördüğümüz kuşkonmazlar

İnternetten araştırdığımda kuşkonmazla ilgili çok fazla sayıda yemek tarifi ve faydaları ile ilgili yazılar buldum.

Bu kadar araştırma yaprım fakat henüz hala tadına bakma fırsatı bulabilmiş değilim.:(

Bisiklet yolu nehir boyunca devam ediyordu. Havanın yavaş yavaş kararmaya başlaması ile birlikte aklımızda yine aynı soru belirmeye başladı.

 Bu geceyi nerede geçireceğiz?

Soruya çeşitli şekillerde yanıt vermek mümkün olmakla birlikte önceki günkü bahçe önünden insanlara seslenerek bulduğumuz kamp yeri tecrübesinden sonra aklamıza benzer bir yöntemi getirmişti.

Öncelikle yerleşim yerinin daha dış kısımlarında bulunan alanlara bakmamız gerekiyordu. Bu kısımlarda kalacak yer bulmak yerleşim yerine kıyasla daha kolaydı. 

Bu yüzden biz de bisiklet yolunun sonundan evlerin yoğunlaşmaya başladığı bir alana doğru rastgele girdik. 

Üç kola ayrılıp üçümüzde ayrı yerlere göz atıp, uygun bir yer belirlemeye çalıştık. Evlerin olduğu alana giriş sırasında Eren en arkadan geliyordu ve tesadüf bu ya o sırada bizim oradan geçişimizi gören bir aile balkondan Eren'e laf atmıştı.

" Kalacak yer mi bakıyorsunuz ?"

Dakika bi gol bir ...

Daha kimseye bir yerde kalabilir miyiz diye sormamış olmamıza karşılık bir aile bizi farketmiş ve yardımcı olmak istemişti. Bize evlerinin karşısında olan oldukça geniş bahçeyi kamp yapmamız için gösterdiler. Bu geniş alanın içerisinde oturulacak plastik sandalye ve masalar, ayrıca su ihtiyacımız için kullanabileceğimiz bir de çeşme bulunmaktaydı.

Teşekkür edip hemen yeşilliğe doğru yöneldik ve tam çadırı kuracaktık ki dünden deneyimlediğimiz bir soruyla tekrar karşılaştık.

 "Pasta yer misiniz?"

Yine çok isteksizce  hayır dedik  :p

Kısa bir süre sonra evin hanımı elinde bir tencere pasta ve eşiyle birlikte yanımıza geldiler. Ayaküstü hızlı bir sohbetle adamın bisikletçi olduğunu, oğlunun tıp fakültesinde okuduğunu ve daha öncede bu şekilde bisikletçi misafirler ağırladıklarını öğrendik. O kadar sıcak ve samimiydiler ki yüzlerinden ve hareketlerinden herşeyi yalın olarak  hissedebilmek mümkündü.

yemek sırasında biz :)

pasta
Düşünsenize ülkenizden ayrılıp kilometrelerce öteye pedal çevirmeye gidiyorsunuz ve balkondan birisi aranışınızı farkedip büyük bir misafirperverlik ile hiçbir beklenti hissetmeden, yardımcı olabilmek için size el uzatıyor.

İşte o an insanın içi içine sığmıyor. O kadar mutlu oluyoruz ki anlatılması güç. 

Bu hissi dilini dahi bilmediğim bir coğrafyada yaşadığımdan dolayı, bu koca dünyayı küçültüp gönlüme atıp yüzümden gülücük olarak atabildiğim için o kadar mutluyum ki bu hissi tarif edebilmek imkansız.

Yemeğimizi bir güzel afiyetle yedik. Yemek sonrası ise dilimizde bu şekilde dolaşarak ve kalacak yer arayarak tüm İtalya'yı ne kadar az masrafla gezebileceğimizi konuşmaya başlamıştık.

Yaşadığımız deneyim bizi daha büyük düşünmeye bile itmişti.

 Ruh halimiz oldukça tepelerdeydi yani :)

Yemek sonrası yakınlarımızla olan uzun telefon görümelerinden sonra çadırımıza doğru yöneliyoruz...

Yeni bir gün için pilleri tekrar şarj etmeye ...

Sırada ise Cemal Süreya dizeleri kadar güzel coğrafyalar var ...







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder