18 Eylül 2014 Perşembe

Türk'ün İtalyan polisi ile imtihanı

Yeni bir gün ...

Gözlerimi aralayıp biraz kendime geldiğimde önce çadıra doğan güneşi ardından ise sırtımdaki ağrıyı hissederek uyanıyorum. Yavaş yavaş turun yorgunluğu kendini belli etmeye başlıyor.

Hani yaptığınız şeylerden ne kadar keyif alırsanız sorun ve sıkıntılar o kadar gözünüze batmazmış ya, benim ki de o hesap yaşadıklarımız ve gördüklerimiz o kadar keyif vericiydi ki vücudumuzun yorgunluğunu çoğu zaman unutuyorduk. Lakin vücudumuz da devamlı çocuğunu düşünen anne gibi yapılması gerekenleri hatırlatmaktan kendini alıkoyamıyordu.

Bir nevi "Ben buradayımmmm, dikkat etttt ! "diye sesleniyordu.

Ekip uyanıyor...


Heybemizdeki kahvaltılıkları çıkartıp karnımızı doyuruyoruz. Ardından burada konaklamamızı sağlayan aile ile biraz sohbet edip, bisikletçi abimizden gideceğimiz yol ile ilgili bilgiler alıyoruz.

Özellikle ilk defa gidilen coğrafyalarda, sıklıkla bilgiye ulaşımın en kolay yolunu seçip internetten araştırma yapılarak gezmek çoğu insanın tercihidir. Ancak gidilen yerlerde özellikle o bölgede yaşayan insanlarla tanışmak ve onların önerilerini dinlemek ise çoğu zaman yapılmaktan çekinilir.
Gittiğimiz yerlerde dil sorunu yaşamadığımız sürece yerel insanlarla etkileşime girip onlardan önerilerini almaya çalıştık.

Bizimle yakından ilgilenen bisikletçi abimiz sayesinde, önerileri doğrultusunda rotamızda kimi ufak değişiklikler yapıyoruz.

Günün rotası şu şekilde ...

Aile ile vedalaşıp pedallamaya başlıyoruz. Öncelikle rotamız en yakın yerleşim yeri oluyor. Telefon ve internet hizmeti ile ilgili bilgi almak için yerleşim yerine gitmemiz gerekiyor.    

Yerleşim yerine varıyoruz ve gözümüz telefon operatörü vitrinlerinde. Vitrinler arasında göz gezdirirken bir yandan da farketmeden küçük fakat güzel bir meydana geliyoruz.


Şehiriçinde işlerimizi hallettikten sonra tekrar yolumuza koyuluyoruz Önümüzde ciddi bir tırmanış var. Stelvio Pass sonrası aramızda o kadar zorlu tırmanışlardan sonra hiçbir tırmanış bizi bundan sonra yormaz artık diye şakalaşsak da günün başında hiçbirimizin tırmanmak için pedallayası yok.  

Tırmanış sırasında soluklanırken manzara
Ne  olduğunu hala öğrenemediğim ilginç bitki
Tırmanışı tamamladıktan sonra sıcakların da etkisiyle suyumuzun tükendiğini farkediyoruz. Neyse ki bundan sonra ki yolumuz daha keyifli. Su doldurmak için bisiklet yolundan ayrılıp küçük bir parkta mola verip, sularımızı dolduruyoruz. Bu sırada tur boyunca görmeye alıştığımız çiçeklerle süslenmiş balkonlu evleri görüyoruz.



Hava çok sıcak olmasına karşılık manzaralı yollardan geçmeye başlıyoruz. Şimdi de bir göl kenarındayız ...



Göl çevresinde daha önceki gördüklerimize benzer şekilde çok sayıda işletme var. Küçücük gölü bile keyifli ve dinlendirici bir yer haline getirmek konusunda oldukça başarılılar. Göl çevresinde çok sayıda insan güneşleniyor ve göle giriyor.

Biz ise hava oldukça sıcak olmasına karşılık bisiklet yolundan ilerlemeye devam ederek çok sayıda bisikletçi ile karşılaşıp onlarla selamlaşarak yolumuza devam ediyoruz.


Bisiklet yolunu takip ederek yolumuza devam etsek de zaman zaman iyi işaretlenmemiş yerlerden geçtiğimizi için kayboluyoruz.Sıklıkla bu gibi durumlarda civardaki insanlara sorarak yolumuzu buluyoruz.

Yolu kaybettiğimiz ve arayışta olduğumuz sırada tesadüfen bir polis aracı ile karşılaştık. Hemen aracı durdurup polisten yol tarifi almak istedik. Aracın içerisinden aynalı gözlüklü, havalı bir polis indi. Derdimizi tam anlatmaya başlayacaktık ki bize Almanca biliyor musunuz diye sordu. Biz de bilmiyoruz dedik lakin polis memuru durumu umursamadan Almanca konuşmaya devam etti. Adamı durdurup, İtalyanca konuşunca anlayabileceğimizi söyleyince önce duraksadı. Ardından hızlıca tuhaf bir yol tarifi yaptıktan sonra kapıyı vurup çekip gitti.

Biz yaşadıklarımızdan ötürü şaşırmış olsak da hala otonom Alman bölgesinde olmamızdan dolayı böyle bir durumla karşılaştığımızı düşündük. Bölgenin İtalya'dan apayrı bir dünyada olması hepimize oldukça ilginç geldi.

Yolumuzu bulup, göl kısmını geçtikten sonra bisilet yolu, mısır tarlalarından zengin alanlardan geçmeye başladı. Heryer göz alabildiğine mısırdı. Bir ara gördüklerimden sıkılıp kafamı göğe kaldırmıştım ki bir de ne göreyim ...



Bir sürü insan göklerde yavaş yavaş, anı yaşayarak süzüle süzüle uçuyorlardı. Onları izlemek bile bu kadar keyifli iken uçmak ne kadar keyiflidir hayal etmek güç değil.

Biraz ötede ise uçuşun tadını çıkarmış olanlar geri dönüyordu.


Günün en güzel anları işte gökyüzündeki bu güzellikleri gördükten sonra başladı. Tur sırasında en çok keyifle pedalladığım, doğasına, güzelliklerine hayran kaldığım, en fotojenik yerler bu noktadan sonraydı.

Geçtiğimiz vadi, usta bir ressamın elinden çıkmışçasına olağanüstüydü. Buna bir de güzelliklerin üzerinde ki ışık oyunları dahil olunca tablo tam anlamı ile tamamlanmıştı.










Yaklaşık iki saatlik pedallamanın ardından nehir kıyısında, piknik masalarının olduğu bir yer bularak akşam yemeği için mola veriyoruz.

üç silahşörler
Akşam yemeğimizi yedikten sonra tur planına uyabilmek için hemen yola koyuluyoruz. Yaklaşık iki saatlik bir sürüşten sonra yerleşim yerine geliyoruz.

Burada tesadüfen küçük çaplı bir festival yapıldığını görüyoruz ve seyre başlıyoruz. Festivalde yarışlar yapılıyor, şarkılar söyleniyor. Herkesin keyfi yerinde gözüküyor.

Saatin iyice ilerlemiş olması nedeniyle festivaldenayrılıp kendimize gece konaklayacak yer aramaya başlıyoruz. Öncelikle şehir dışına yakın birkaç yerde kalmak için şansımızı denemeye çalışsak da pek olumlu sonuç alamıyoruz. Çadırı oraya mı kuralım buraya mı kuralım derken saat 12 oluyor. En sonunda aklımıza yakın bir yerdeki kilise bahçesinde şansımızı denemek geliyor.
gündüz gözüyle çekilmiş kilise bahçesi
Tahmin ettiğimiz gibi nehir kıyısında yerleşmiş kilisenin bahçesine çadırımızı kuruyoruz. Bahçe nehir tarafına baktığı ve çok az insan tarafından görülebildiği için oldukça güvenli gözüküyor gözümüze. Tam çadırımızı kurup, kıyafetlerimizi değiştiriyoruz ki uzaktan polis aracı bize doğru geliyor.

İşte o an ...

Ve korkulu anlar başlıyor.

Hepimiz polisin gelmiş olmasından dolayı oldukça tedirgin oluyoruz. Hemen İtalyanca konuşmayı bildiği için Eren'i öne sürüyoruz. Sohbet başlıyor ...

Polis, demek buraya geldiniz diyor ...

Meğer bizi yerleşim yerine girdiğimizden bu yana kameralarla takip ediyorlarmış.

Öncelikle ne yaptığımızı, ne işle uğraştığımızı ve turun içeriğinden bahsediyoruz.

Sohbet sürerken diğer yandan polis memurlarından biri bizden pasaportlarımızı alıyor. Arabanın içinden kimlik sorgulamamızı yapıyor.

Stelvio Pass'den geçip yolumuza devam ettiğimizi anlatınca  polise memuru oldukça şaşırıyor ve hayran kalıyor.

Bir anda ortam yumuşuyor.

Aracın içindeki polis memuru yanımıza gelip pasaportlarımız veriyor.

O an, o kadar korkmuştuk ki ortamın yumuşamış olmasına çok seviniyoruz.

Bir an aklımdan buraya kadarmış diye düşünmeye başlamıştım ki herşey tekrar geri dönüyor.

Polis memurları ile biraz sohbet ettikten sonra bize burada kalabileceğimizi, sadece gürültü yapmamamız gerektiğini söylediler.

Ardından ise birşeye ihtiyacınız var mı diye sormayı  da ihmal etmediler.

Biz olayın şokunu hızlıca atlatarak yanımızda içecek suyun kalmadığını, yakınlarda çeşme olup olmadığını soruyoruz.

Biz bu cümleleri kurarken inanamayacaksınız ama polis memurlarından biri arabadan kendisine ait olan 2,5 litrelik suyu bize getiriyor.

İşte o an o kadar mutlu oluyorum ki "içimden ben İtalyan polislerine emanet edin lütfen" diyorum.

Böylece korkutucu başlayan polis macerası, polisten elindeki 2,5  litrelik su şişesini alarak tamamlanmış oluyor.

Polis memurlarının ayrılmasından sonra ise yavaş yavaş günün ağırlığı üzerimize çökmeye başlıyor ve uyumak üzere çadırlarımıza yönelerek günü tamamlıyoruz.

2 yorum:

  1. Ya ne güzel bir günmüş o. Harika anlatımınla tekrar yaşadım o günü :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel sözler için teşekkürler. Beraber daha güzellerini de yapacağız inşallah :)

      Sil