Gezi rehberinde tesadüfen gördüğüm ve tur öncesinde
inceleyip yanına yıldızlar koyduğum, Olimpos’a da yakın bir yer olan Gelidonya Feneri maceramızdan bahsedeceğim.
Uvertür
Gelidonya Feneri 1934 yılında Fransızlar tarafından inşa
edilmiş, sarp kayalıklar üzerinde bulunan ve denizden 227 metre yükseklikte
olan Türkiye’nin denizden en yüksek feneri.
Fener, Teke yarımadasının güney ucunda Antalya’nın Kumluca
ilçesinde bulunmakta.
Daha önceden buraya gitmediğimiz, elimizdeki haritalardan
ve googlemap’ten nasıl ulaşacağımızı bulamadığımızdan biraz el yordamı, içgüdü
ve de daha geleneksel (sora sora bulmaca) yöntemlerle Fener’e doğru
ilerliyoruz.
Varmamız gereken yer Kumluca ilçesinin Karaöz beldesi .
Yol tarifi almak için bir bakkala giriyorum.
Karşıma bayram
nedeniyle güzelce giyinmiş 16-17
yaşların genç bir kız çıkıyor. Kız yolu
kabaca tarifledikten sonra kendisinin de
Karaöz’lü olduğunu fakat Fener’e hiç gitmediğini söylüyor.
Ne kadar ilginç değil mi? İnsan kendisine bu kadar yakın
olan bir yere, bir güzelliğe belki çok yakın olduğundan, belki bir beklentisi
olmadığından belki nasıl olsa zaten yakınımızda birara giderizden dolayı hiç
ziyaret etmiyor.
Ben gibi sen gibi o da ...
Dibimizdeki nimetleri, güzellikleri bir sebeple ıskalama
hali işte.
Neyse bakkaldan ayrılıp doğruca yola koyuluyoruz.
Yaklaşıyoruz ...
Yol boyunca denize paralel seyrederek Karaöz beldesine doğru
yol alıyoruz.
Beldeye giden yol fena sayılmamakla birlikte oldukça dar.
Karşılıklı iki arabanın geçmesi mümkün olmakla birlikte dikkatsizlik durumunda
can sıkıcı durumlar oluşabilir.
Karaöz’e yaklaştıkça
çam ağaçlarının sayısı artıyor ve etraf iyiden iyiye güzelleşiyor.
Beldeye
giden yol üzerinde yanlış hatırlamıyorsam 2 çok güzel koy mevcut. Yol üzerindeki
bu koylara uğramıyoruz fakat koylar oldukça heyecan uyandırıcı gözüküyor.
Koylara bakan kıyı kesimlerde ayrıca piknik masaları da mevcut. Sırf haftasonu
bile gelip keyifle zaman geçirilebilecek türden.
Sonunda Karaöz’e
varıyoruz.
Deniz kıyısındaki tabelanın da yanından geçtikten sonra yol,
toprak yola dönüşüyor ve etrafımızda ağaçlar belirmeye başlıyor.Yavaş yavaş
toprak yolun bizi fenere götürmesini umarak yola devam ediyoruz.
Manevra yapıp dönebilmek bile oldukça
güç.
Önümüze park etmiş araçların bulunduğu, manevra yapmaya daha uygun bir yer buluyoruz ve aracı buraya parkedip yolumuza yürüyerek devam ediyoruz.
Hava bu sırada oldukça günlük güneşlik. Sağ tarafımızda
denizin üzerinde ışıl ışıl parlayan güneş deniz, sol tarafımızda ise yüksek
heybetli çam ağaçları bulunuyor.
Sağ tarafımızda kalan Robinson Cruise'un yaşadığı adaya benzer yarımada |
Yaklaşık 2 kilometre kadar yürüdükten sonra daha ne kadar
daha yürüyeceğiz diye konuşmaya başlarken fener tabelasını görüyoruz. Bu
noktadan itibaren toprak yoldan ayrılıp daha yukarılara doğru tırmanılan eğimli
yürüyüş parkuruna Likya yoluna giriyoruz.
Yürüyüş parkuru |
Önce yürümeye devam edip etmeme konusunda tereddüt
ediyoruz. Saat 17:30, yürüyüş için pek hazırlıklı değiliz, ne kadar
yürüyeceğimizi net olarak kestiremiyoruz ve gece karanlıkta aydınlatmamız
olmadan gece yürüyüşü yapmak istemiyoruz. Öyle mi böyle mi derken bir hışımla
yola çıkıyoruz.
Başladık yürümeye ...
Yaklaşık 1 kilometreye yakın yürüdük fakat hala tırmanmaya
devam ediyoruz. Oldukça eğimli bir yol ve nereye gittiğimizi net olarak
kestiremiyoruz. Bir anda karşıdan çekik
gözlü sırtçantalı bir yürüyüşçü geliyor. Durdurup yolun daha ne kadar süreceği
konusunda bilgi alıyoruz. Bize bu hızla yarım saatte çıkarsınız, hızlı
giderseniz 20 dakika sürer diyor. Biz oldukça şaşkınız zira güneş batmaya
meyletti ve önümüzde en az 30 dakikalık yol var. Dönüşü de hesaba katacak
olursak karanlığa kalmamız muhtemel.
Buraya kadar gelip buradan dönmek olmaz diyip tüm riskleri göze alarak yaklaşık 2 kilometrelik daha
patika yoldan ilerledikten sonra sonunda fener uzaktan beliriyor.
Fener iyiden iyiye belirince ” geldik!!! ” diye bağırmaktan
geri duramıyorum
Sonradan sesimi fener civarında olan, Likya yolunu yürüyen
iki arkadaş duyuyor ve bir şey olduğunu zannedip sesin olduğu yere, yanıma
doğru yöneliyorlar. Sıkıntı olmadığını farkediliyor ve ayaküstü tanışıp kısa
bir sohbet ediyoruz. Gezginler yaklaşık 7 gündür yürüdüklerini zaman
kısıtlılığından dolayı sırf burayı görebilmek için yolun bir kısmını otobüsle
bypass edip buraya yürümeye geldiklerini öğreniyorum.
Daha sonrasında ise kendimi çevremdeki bu masalsı dünyaya
teslim ediyorum ...
Denizcilerin Beşadalar olarak adlandırdığı doğa harikası |
Gelidonya adı Likya dilindeki kaledonya sözcüğünden geliyormuş. Kaledonya da kırlangıç demekmiş. Göç eden kırlangıçlar fenerin olduğu yerde mola verir, dinlenirlermiş. |
Fenerde bizi karşılayan güzel bir sürpriz |
İşte o dizeler ... |
Günü tamamlarken |
Bitirmeden önce internetten bulduğum Fener'de çalışan Mustafa Bey ile yapılan bir söyleşi var. Mutlaka okumanızı öneririm ...
" Fenerin son bekçisi Mustafa Demir, Antalya Dergisi’nde fener ve yaşantısına ait şunları anlatıyor;
“1942 yılında bekçi olarak başlayan dedemin 70’li yıllarda emekliye ayrılmasıyla babam devam ettirdi feneri beklemeyi. 1975 yılında gözümü fener ışığıyla açtım. Burada doğdum, büyüdüm, şimdi feneri bekliyorum. Üç kuşaktır denizcilere yol gösteriyoruz.
İlk zamanlarda fener gaz yağı ile çalışıyormuş. O zamanlar feneri mecburen beklemek gerekiyor muş. Gece alevlenirmiş, tıkanırmış Fener. Temizlenmesi gerekirmiş. Daha sonra tüp gaz sistemine geçilmiş. Ben de bu mesleğe ilk başladığımda bu sistemi kullandım. O dönemde de fener de kalmak gerekiyordu. 2000 yılının ardından güneş enerji sistemine geçildi. Geçtiğimiz yıllarda otomatik fenerler kullanılmaya başlanınca görev yerimi değiştirdiler. Hafta da bir gün gelip fenerin genel kontrolünü yapıyorum artık. Güneş enerjili aküler kullanılıyor şimdilerde. Gündüz güneşle şarj oluyor, akşamda bu enerji kullanılıyor. Fener geceleri fotoselli sistemle yol gösteriyor denizcilere. Artık feneri bekleme işi ağır ağır bitiyor. Anlayacağınız ben bu denizin son bekleyeniyim.
Fırtına oldu mu zor oluyor burada beklemek. Gürültüden başka bir şey yok. Kapanıyorsun odanın içine ve hep ses dinliyorsun. Fırtına ürkütmüyor beni ama dingin havaları daha çok seviyorum. İnsan bu manzaraya bakınca aklına her şey geliyor. Ufka bakınca kafanda sorun da kalmıyor. Dert yok tasa yok, kafan rahat. Denizin sesi… kuşların sesi…
Likya yolu buradan geçtiği için bahar dönemlerinde geleni gideni eksik olmaz Fener’in. Çok imrenen oluyor bana. Genelde buradan geçip gidenler şehir hayatından bıkmış olmalı ki, burada yaşamak istiyor. Ben de onlara diyorum ki; güzel ama bir de burada yaşayana zor. Yalnızlık zor.” "
harika bir yazı. ellerinize sağlık. çok teşekkürler :-)
YanıtlaSililginiz için asıl ben teşekkür ederim, sevgilerimle ...
YanıtlaSil