Bu sefer hiçbir şey planlandığı gibi değildi. Yani planlama
aşamasına dair hiçbir katkım olmadı. Sağolsun herşeyi devletimiz düşünmüştü ve
bu hizmeti ayağımıza kadar getirmişti. O hizmet neydi kardeş bize de de hele
diyorsunuz değil mi? Yoksa duymadınız mı zorunlu tatil hizmetini ...
İnanılmaz bir fırsat, inanılmaz bir deneyim.
Neyden mi bahsediyorum, tabi ki devletimizin doktorlara getirdiği, uyguladığı zorunlu hizmetten ...
Kelimelere uzaktan bakınca nasıl görünüyor bilmiyorum ama zorunlu
kısmını kaldırıp, yerine tatil kelimesini koyunca herşey pek daha renkli, pek
daha bir geçici gibi geliyor. Yani biraz da zorunlulukları keyifli hale
getirmenin yolunu şimdilik böyle buldum ben. Çevredeki ölümleri kalımları, savaşları,
yoksulluğu, üç maymuna bağlayarak pas geçiyorum. No puedo hablar... Söylenesi çok söz var, not düşülsün lütfen!
Neyse ben tuttuğum kısımdan yani tatil kısmından
bahsedeceğim bu yazıda. Yeni geldiğim şehri, şehrin hikayelerini, yakaladığımı
düşündüğüm detayları paylaşmaya çalışacağım. Peki bunu neden mi yapıyorum?
Bunu yapma sebeplerimden birincisi gezi anlayışımın biraz
değişmesi sanırım. Yani gezmek için illaki çok büyük bir yer değişikliği
yapmak gerekmiyor gibi geliyor artık (yoksa yaşlanıyor muyum lan :). Geziyi ya da farklı
seyirleri, olduğunuz yerden aynı
nesnelere farklı açılarla ya da farklı kişilerle yapmak da mümkün sanki... İkisinin
de dadı başka tabi ki ama bulunduğum yerde öğrendiğimi düşündüğüm şeylerden
birisi de bu oldu. Dışa yolculuk yanısıra içe doğru yolculuk da pek bir
keyifli. Bu söylediklerin tam olarak gezi yazısı konseptine girer mi derseniz bence girer
diyerekten yoluma yani yazmaya devam ediyorum :).
Bu girişimimdeki ikinci sebep ise becerebildiğim kadarıyla bir
köprü vazifesi görebilme, uzakları yakın kılabilme, yönetilen algı dünyamızı
saygı duruşuna çağırıp iki saniye sukunete davet etme ve insanı, yaşamı olup
biteni anlamaya dair bir minnak bir girişim.
Ben 29 yaşında uzman doktor olarak zorunlu hizmet görevini
yapmak üzere doğuya ya da güneydoğuya adı neyse, illerden de Batman’a hekimlik
yapmak üzere gönderilmiş bir insan evladı, kozmoza bakacak olursak ise toz
zerresinden de küçük, daha minnak sıradan bir türümün bir örneğiyim.
Bu yazı dizisinde Batman’da zorunlu hizmet sırasında
yaşadığım ilginç şeyleri deneyimleri öyküleri paylaşmak istiyorum. Umarım bunu
başarabilirim.
Buraya geldiğimde ilk hissettiğim en büyük duygu şuydu ; belki
bir çok Avrupa ülkesini gördüm, belki Ankaranın batısında gidilmedik yer
bırakmadım ama geldğim bu yer bana gittiğim yurtdışındaki ülkelerdeki
yaşadıklarımdan daha uzak gibi hem de bir o kadar yakın gibiydi. Geldiğimde
hissettiğim yabancılık hissini en güzel Sting'in Englishman in New York parçası
anlatabilir sanırım ( https://www.youtube.com/watch?v=d27gTrPPAyk ). Ama zaman geçtikçe şunu gördüm ki bana uzak gelen şeyler
aslında düşündüğüm kadar da uzak değil hatta onlar benim çok önemli
parçalarımmış. Kendimi burada bulmaya başladım. Kendimi “batılı” sanırken
aslında bir o kadar da “doğulu” olduğumu farkettim.
Batıya doğru gittikçe doğuya mı gitmiştim yoksa uzaklar uzak
olmaktan mı çıkmaya başlamıştı. Yoksa hepsi Polyannanın çizdiği bir tablo
muydu? Yok hayır değil. Ben bizi, bizi biz yapan şeyleri bu ülkeyi ülke yapan,
yaşanılır kılan, keyifli kılan, heyecanlı kılan ve vazgeçilmez kılan şeyleri
görmeye başladığımı, dokunmaya başladığımı hissediyorum.
Yaşım her geçen sene artıyor olsa da bu artışın tersine bir
çocuk gibi kendini keşfetmeye başlamak, kendini daha iyi tanımlayabildiğini algılayabilmek ne
kadar da tezat aslında. Ama bir o kadar da içiçe ...
Büyüdükçe küçülmek böyle mi oluyor acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder